“Pişirilmiş Toprak”
Dost, cilt 18, Haziran 1966:14-15.
(…)
Toprağın özellik ve olanaklarından yararlanan, giderek toprağın olanaklarını da aşabilen [bir] eşya, daha doğrusu form, “pişirilmiş toprak”tır.
Aslı kap ya da kacak, ama yapı sanatı-mimari gibi, güçlü ve etkileyici biçimi var. Yüce duyarlığa ermiş her toplum, bu sanat dalı ile, kendini en iyi anlatabilmiş, kimi zaman süsleme ve kullanma sınırlarını da aşabilen bu sanat türü, ola ki, resim ve heykeli doğuran, ilk sanat, insan oğlunun yaşayışında.
Evet, en eski ve ilkel bir tür olmakla birlikte, yalın gibi gözüken çabadır da. Ne var ki, baştan sona soyutlamayı gerektirici işlemlerle yol aldığı için, güçtür. Güçlüğü -çoğu zaman- herhangi bir doğa görünüşünü örneksemeden, parçaya güçlü görünüm veren biçimi bulmak doğuruyor. Pişirilmiş toprak, soyutlama içinde bulunduğu sürece, SAF bir tür oluyor. Ama bu yolun bırakıldığı ya da aşıldığı olur. Pişirilmiş toprakla doğa biçimlerinden yararlanarak, kimi zaman konulu işlemlere de varmak her dönemde görülegelmiş.
Hitit, Yunan ya da Çin işleri, bu toplumların duyarlık güçlerini ne kadar açık seçik anlatırlar. Bunların yanı sıra, çömlekten yapılmış figürler de söz gelişi Meksika işleri, geçmiş, yitmiş, dağılmış toplumun güçlü duyarlığına en sağlam örnekler olmuyor mu? Denebilir ki, pişirilmiş toprak, üzerinde önemle durulması gereken sanat türü olanaklarını günümüzde bile yitirmemiştir. Ama hemen belirtelim, bizim artistik açıya varma şansını -hala- yitirmemiş olarak gördüğümüz işler, sözün gelimi, yalın bir köylü çömleğinde, çok kez görülme olanağı bulunan, canlılık ve sevinç duygusu taşıyanlardır.
Açıkça belirtilen: Bir yöreye özgü işlemlerle birlikte, o yörenin duyarlığını, el emeği canlılığını, tadını yapısında bulunduran halk işlerini, sonra bir sanatçı elinden çıkma formları, sanatçının kişisel tutkusunun damgasını taşıyan işleri, söz konusu ediyoruz. Ancak duyarlığın yuğura geldiği, işin içine başka düşünlerin karışmadığı bu soy yapıtlarda SAFLIK dediğimiz vardır.
Çoğu kez, düzenlemede süzülmüşlüğü ancak uygarlıkla birlikte gelişen fili görenler vardır. Oysa düzenlemede süzülmüşlük safiyet, yani biçim verme gücü, aslında uygarlık katları ile birlikte gelişmez. Onun kaynağı, biçim verme iç güdüsündedir.
Nitekim çok ilkel bir yaşam sürdükleri ve pek geri kaldıkları halde, kimi topluluklar, çok güçlü biçim verme iç güdüsüne sahip olabilirler. Bu gerçeği yadsımamızın olanağı yoktur. Çünkü yapıtları ortada duruyor ve bu yapıtlar uygar dünyamıza, plastik sanatlar alanında pek çok dersler vermiş, pek çok eser kaynağı olmuşlardır. Bir Henry Moore’un, bir Picasso’nun plastiği, bu ilkel toplulukların yapıtlarına, baştan sona borçlu durumda.
Bizde bölge bölge, pek çok güzel işler çıkarmış bulunan çömlekçilik, fabrikaların çoğalışı karşısında, gün geçtikçe sönmeğe, yitmeğe doğru hızla yol almaktadır. Yazık, bir saf ve güzel halk sanatı ortadan silinip gidiyor. Doğrusu ressam olarak, olaya büyük üzüntü duyuyorum. Türlü sapık bağnazlıklar içinde, nice külüstür pek gerilerde kalmış zevksizlikleri günümüzde korur dururuz da, bu canım halk işinin yerini, plastik kaplar mendeburluklarının ya da seramik fabrikalarının ne üdüğü tüm belirsiz, pis ürünlerinin almasına göz yumarız.
Kendi payıma, pazar ve panayır yerlerinde, belki bulurum umudu içinde, çocukluğumda görmeğe alıştığım, seyrine doyulmaz, çeşidi bol biçim ve renk cümbüşünü, çömlekçi sergilerinde ararım. Ama ne gezer, şimdikiler, yozlaşmış bir kaç testi, küp ve saksı.
Nuri İyem