Eleştiri, Mayıs 1982:29-31.

Resim sanatı açısından doğanın değerini “sözlük” olarak niteleyenler galiba haklılar; Çünkü, ressamın ilgisini çeken doğa görünümleri çoğu kez ressama kaynak olmakta. Ne ki, bu kaynaklar sonunda sanatçının yaratmak istediğine vesile ya da bahane durumuna düşerler. Nitekim, sanatçının resmine kaynak olan görünümlerin, pek çok değişime uğradıklarını görmekteyiz resimlerinde. Giderek değişime uğramamış doğa görünümleri taşıyan resim, çoğu kimseler için başarısız sayılıyor. Kuşkusuz çok yüzeyde kalan bir değer yargısıdır bu. Ne var ki, salgın hastalık gibi ortalığı sardığı da bir gerçek. İşte bu yüzden birçokları bilinen resim -hem de modern resim!- kuralları ile doğa görünümlerini değişime uğratmakta; kendilerine, yüce bir sanatçı, yaptıklarına da başyapıt gözüyle bakılsın diye.

Kitaplara geçmiş ve de resim okullarında öğretilegelen bu kurallar içinde kalarak, bu kuralın gerektirdiği yoldan giderek, hemen her seferinde önceden bilinen bir sonuca varmak, sanatsal bir olay mıdır?

Örneğin, ezberlenmiş kompozisyon şemaları ile resme özgü denge ve dengeyi sağlayan ağırlık, yön resimlere konulduğu zaman tüm çabalar biçimsel amaçla yapılageldiklerinden, konuları olsa da, olmasa da doğa görünümlerini değişimlere uğrattıkları için, bunlara sanat yapıtı demek olası mı? Değil elbet, çünkü bu tür işlerde gerçek bir içerik kesinkes yoktur.

Gerçek bir tabloda hemen her öğenin ne ve nice olacağını belirleyen kurallar, kuramlar değil, içeriktir. Ama, içerik konu da değildir. Çünkü, içerik dediğimiz şuurla formüle edilemeyen çoğu kez bir davranış sorunu olandır. Hemen her zaman sanatçının kendisi bunu fark edemez. Ta ki resim biter ve de başka resimlerle yapılan karşılaştırmalardan o resmin içeriği duyulur. Bir doğa görünümü ya da herhangi bir konu sanatçının içinde var olan bir özlemle, istekle, bir gerilimle, bunalımla ya da yaşama sevinciyle, daha doğrusu içte duyulagelen ama bir türlü anlatılamayanla ilişkili olarak görülebilir. İşte o doğa görünümü ya da konu ile işe koyulan sanatçı kendinde ve dışta var olan bir alemi adeta keşfetmekte olmasının heyecanına tutuluncaya kadar aranır. Çok büyük bit duyarlıkla ancak sürdürülebilen bir heyecan, yapıtın yoğunluğunu, tüm içe dönük bir hezeyan olmaktan koruduğu kadar, doğa görünümünün ya da konunun istilasından da korur.

Söze başlarken bir doğa görünümünün kaynak olabileceğini ama bu kaynağın yaratmaya bahane ya da vesile durumunda kalacağını söylemiştim. Nitekim, bir konu ya da görünümün, tüm ayrıntıları ile ve de eksiksiz anlatılmış olması, bir resmin tamamlandığı ya da bitirildiği anlamına gelmez. Ne var ki, konunun belirsizliği, ayrıntıların azlığı ve silikliği de resmin, resim olduğunu kanıtlamaz. Asıl önemli olan ve yapıta can veren bir içeriğin varlığıdır. Gerekli olan içeriktir. İçerik kimi zaman görüşün doğal açısını değiştirebilir, giderek tüm görüşü etkileyebilir. İşte bu nedenle olagelmiş deformasyonlar ya da stilizasyonlar, hatta denge bozmalar; göze batıcı, itici değil, tersine çekici olurlar. Bir resim için hatalı olabilecek tüm bu işlemler eğer bir içeriği yankılıyorlarsa ve biz o tabloyu seyrederken içeriğin görüşe egemen olduğunu ve her öğenin nice olması gerektiğinin onun tarafından belirlenmiş olduğunu adeta duyuyorsak, tüm o hatalar yerli yerinde ve gerekli yapısal birer öğedirler bu tablo için. Evet ama, sadece bu tablo için. Ve bu tablodaki düzenleme, istif, bir başka tabloyu kurtarıcı reçeteler olmazlar.

Kurallar ve kuramlar öğrenciliğin başlangıcında bir takım egzersizler yapmak için, gereklidirler. Ne ki, bu çabaların tümü, adeta bit dili öğrenmenin yolu gibidirler. Kişi öğrendiği dili kullanmaya, konuşmaya başladı mı, artık kuram ve kuralları düşünerek konuşmaz, anlatmak istediğini dışa vurmak için konuşur. Yani bir gereksinmeden ötürü konuşur. Kural ve kuramları bildiğini göstermek için konuşmaz. İşte bu kabataslak örnekle resim yapmanın yol ve yordamı anlatmaya çalıştık. Yıllar önce büyük sıkıntılar ve zorluklar içinde resim üstüne bir konuşma yaparken içeriği anlatabilmek için; uyku ile uyanıklık arası deyimini kullanmıştım. Birçokları bu sözlerimi şaşkınlıkla dinledi. Hele, içerik şuurla formüle edilemez sanatçı tarafından, dediğim zaman, şaşkınlık bir kat daha arttı dinleyicilerde. Çünkü onlar, içeriğin konu olduğuna inandırılarak yetiştirilmişlerdi sanat alanında. Konusuz resimi bir uzun süre bütün dünya sanatçıları -nerdeyse- savundu ve icra etti. Bana göre bu fırtınanın ardından arta kalan; konunun bahane, vesileden daha fazla bir değer taşımadığının anlaşılmış olmasıdır.

Gerçekte konu, çoğu kez seyirciyle sanatçı arasında bir ilişki kurulmasına neden olmakta. Pekala sipariş üstüne resim yapılabilir bu sayede. Tüm eskiler, o gerçekten deha sahibi olan eskiler siparişlerle çalışırlardı. Verilen ya da istenen konuyu işlerlerdi. Sonuna değin konunun tüm ayrıntılarını koyar, hikayeyi en can alıcı ve de başını sonunu telkin edici sahneyi çizer ve de boyarlardı. Öyle ama herkesin kabul ettiği bir gerçek duruyor ortada; söz gelimi, aynı yöre ve aynı zamanı birlikte yaşamış olan sanatçılar oldukları halde, aynı konuyu -hadi İsa ve annesi konusunu anımsatalım- işledikleri halde her biri bir başka alemi veren sonuçlar getirirler ortaya. Tek konu var ortada: İsa ve annesi, iyi ama sonuçlara çok başka başka yorumlarla erişiliyor. Çoğu kez bu başyapıtları anlatmaya kalkıştığımızda, yapıtın içindeki biçimleri, form anlayışını ve o formun telkin ettiği duyguları ve sonunda yapısal değerlerin tümünü, bir bir göstererek, tablonun tahlilini -bağlı olduğu sanat okuluna ya da akımına değin- yapmaya çalışırız. Ne ki, bizim tablo üzerinde bulup anlattıklarımızın tümü tahlil masasına yatırılmış kadavradan organlar çıkarıp; bu damardır, bu safrakesesidir, bu midedir, bu yürektir der gibi bir takım tanımlamalardan farksızdır. Yani, yaşayan organizmanın tanımı değildir bunlar. Tabloda yaşayan, sönmeyen ve kuşaklar boyu üzerinde durup düşünülen bir içerik vardır.

Bir yapıtın kendine özgü bu içeriği yankılayan stili, yorumu bizim konular ya da dünya üzerine olan görüşümüzü daraltmaz, tersine yenileştirir ve giderek derinleşmesine neden olur. İnsanoğlu, tablosu ile dış alemde görüp de onunla birlikte eş zamanda kendisinde de varlığını kavradığı ama bir türlü açıklayamadığını, biçim ve renklerle dışa vurur. İşte buna biz resimdeki gerçek dedik.

 

Nuri İyem